5 Ağustos 2010 Perşembe

FAZLA KAPATMA KAPILARINI

Geçen haftaların birinde 3 kız arkadaş toplandık ve İzmir’in tarihi mekânı Asansör’de Hakan Demirtaş’ı dinlemeye gittik. Gün batımının o güzel deniz manzarasıyla birleştiği bu mekânda huzuru yakalamanın bünyemizde yarattığı gevşeme bir müddet sonra yerini duygusal bir dalgınlığa bıraktı. Çünkü gelmiş geçmiş en güzel aşk şarkıları, Hakan’ın yorumuyla birleştiğinde, sizi alıp en kuytu köşelerinizde kalmış, gizli saklı hayallerinizle baş başa bırakıyor. Arkadaşımdır diye söylemiyorum ama mutlaka gidilip dinlenesi bir sestir.

Biz böylesi bir kalabalık içinde, var olan yalnızlığımızın keyfini çıkarırken, farkındalık düzeyimizin ani yükselmesi sonucu, iç huzurumuzu terk edip, o gece tüm masaların el ele göz göze âşık çiftlerle dolu olduğunu görüp, hafif bir hayıflanma durumu yaşadık. Sanırım 3 tane hemcinsin gidebileceği en yanlış mekânlardan birini seçmiştik o gece.

Hal böyle olunca sıkı bir tartışma konusunun bizi beklediği gözlerimizde ki ifadelerden apaçık belli oluyordu. Bu zamana kadar çokça sohbete konu olan erkek-kadın ilişkilerinin bir yenisi daha o geceye damgasını vurdu. O tarihlerde medeni hali iki bekâr, bir nişanlı olan bu üç kafadarın ortak paydası, “cesaretten yoksun, fedakârlık kelimesini henüz lügatine yerleştirememiş korkak erkek modellerinin gün geçtikçe çoğalması” konusuydu.

Nereye baksak, kimle konuşsak, Behlül karakteriyle sarsılmış yorgun, bitkin bir Bihter’e çarpıyoruz şu sıralar. Bu kadınların Bihter’den farkı, silahı göğüslerine dayayıp intihar etmek yerine, etraflarında ördükleri surları yükseltmek oluyor.
Ve Şebnem Ferah’ın, “Çakıl Taşları” şarkısında dediği gibi
“ Altında ağ olmadan yerden yükseldin mi?
Tam zevkine varmışken, birden yere düştün mü? “
Mısralarında ki durumu birebir yaşayan bu kadınların, ayakları toprağı hissettiği vakit, gidebildikleri son nokta yüreklerinin kilitli sur kapıları oluyor ne yazık ki.

Gurur kanserine yakalanmış bu kadınlar, ne kadar seviyor olsalar da, üstelik aşklarından öleceklerini bile bilseler, çekip gitmeyi tercih edenlerdir. Kendi ellerini sıkı sıkı tutamayan o elleri bırakıp gidebilecek kadar cesaret yüklü ve güçlü insanlardır onlar. Üstelik her şeyi yapabilecek o gücü, içsel donanımlarından alırlar ve geliştirmiş oldukları karakterleri, işte zayıf düştükleri o anlarda devreye girip, her şeyin üstesinden gelebilecek o inancı onlara yaşatırlar.

Bir serinleme sürecine girmek gerek bu durumlarda. Kalbe tatil verip, fokur fokur kaynayan o mekânın biraz soğumasını sağlamak lazım. Bir müddet o iç sesi dinlemek, ruhu dinlendirmek, hayatı akışına bırakmak şart olur. Tabii ördüğünüz o surlar, sizin üzerinize yıkılmadan, o kapıyı birinin açıp girmesine de yeniden izin vermek gerek bir süre sonra. Zira hayat tüm heyecanıyla devam ediyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder