9 Aralık 2010 Perşembe

HAZMEDECEKSİN, AZMEDECEKSİN...

"İnsan hayatta en çok neye önem veriyorsa önce ondan vazgeçmeli" diyordu okuduğum bir kitap. Teoride algıladığım ama eyleme dökemediğim bir öğretiydi bu. Evet, bir öğreti olarak aldım bu sözü çünkü beni yavaş yavaş ele geçirmekte olduğunun farkındalığına vardığım bi şey vardı ruhumda.

Çoktandır ülkemin tahtına oturttuğum ve yönetimi neredeyse tek başına üstlenmesine izin verdiğim gururumun, günün birinde kibire dönüşeceğini nereden bilebilirdim. Kibir, en büyük günahlardan biri. Kibir, insanı en çok delen geçen tavırlardan bir tanesi.

Ülkeniz fazla istilaya maruz kalmışsa, surlarınızı yükseltmeye başlarsınız. Yağmalanmış mekanlarınızı tamir etmeye çalışır, yıpranmış topraklarınızı nadasa bırakırsınız. Daha güçlü görünmek adına da alırsınız gururunuzu oturtursunuz baş köşeye. Sanki hiç kalkmayacakmış gibi de köşe yastıklarıyla pohpohlarsınız, tek başına iktidara getirdiğiniz gücünüzü.

Gidebildiğiniz en son nokta kilitli sur kapılarınız olur sonraları. Ve daha sonraları bir bakmışsınız kapıdan kimse giremez olmuş, gururunuz kimsesizlikten kibir dolmuş.

Oysa kabullenmek gerek yenilgileri. Güçsüz düşmek gerek. Güçsüz olma özgürlüğünü tatmak gerek. Yere düştüğünde izin ver, biri girsin koluna. Kalkmana yardımcı olsun. Tek başına, hiç bir yere tutunmadan ayağa kalkabileceğini biliyorsun zaten. Bırak, biri yardım etsin sana. Yardıma ihtiyacın olduğu hissini yaşa. Hazmet, yaşadıklarını. Azmet, kibirini göndermek için.

Şimdi, yenilginin insan olabilmenin bir gereği olduğunu anlamaya, gururumda bulamadığım şefkati yenilgimde keşfetmeye gidiyorum. Her kaybedişte gururumun kendiliğinden yükselen surlarının yıkılacağını biliyorum artık. Gidiyorum. Kendime tekrar tekrar kaybedebilme şansı tanımaya gidiyorum.

Eyvallah...