Yazım yanlışlarıyla birikmiş yürekler var, heyecanlarımızın
katilleri olan. Noktaları virgüllerine karışmış, devrilmiş tüm zamanları ve
inatla bizim zamanımızı da başımıza devirmeye çalışan, bencil hayatlar, karşılaştıklarımız.
Ve her geçen gün çoğalıyor bu kalp atışlarımızın ritmini bozan esrarlı siluetler.
Siluetler, çünkü bir görünüp bir kayboluyor, her göründüklerinde çarpıntıya
neden olup, her kayıplarında yürek burkulmalarına neden oluyorlar.
Bilek değil ki bu, biraz buz, biraz egzersiz yapınca geçsin.
Kalbimiz yara alınca günlerce, aylarca kim bilir belki de yıllarca üflemek
gerekiyor. Bilmiyorlar, öldürüyorlar her defasında. Bilmiyorlar, hissiz, halsiz
yalnızca bir nefes bırakıyorlar. Bilmiyorlar.
Bir de bildiklerini sanıp ahkam kesiyorlar utanmadan.
Utanmadan, umursamıyorlar. Ya da fütursuzca sözcükleri dağıtıyorlar
etraflarına.
Bir de daha yakınımızda, yanımızda hatta dizimizin dibinde
olmasını istediklerimiz var. Gözden ırak olan gönülden ırak olmasın, isteriz
ya. “Esas kız ve esas oğlan olmamıza rağmen birbirimize aşık olma lüksüne sahip
olmayan, Eros’un dalgınlığına gelmiş tutunamayanlarız biz” diye
hikayeleştirdiğimiz yaşanmışlıklarımız var.
Ardından yalnızca yutkunduğumuz masallarımız var,
yüreğimizden yağıp, dilimizin ucuna taşsa da sözcükler. Yalnızca yutkunuruz.
Sonraları şuursuzca yaşanan bir rahatlığın, farkındalıklı
hiçliğine geçip başka bir boyut kazanırız. Kazandıklarımızın hesabını tutamadan
kaybettiklerimize yanarız. Oysa duygulardan bahsettiğimizi unutmuş, karı,
zararı tutar olmuşuzdur.
Zihindeki hesap yüreğe tutmaz hiç bir zaman.
İş böyleyken, yaşamakta olduğumuz her halt havada süzülür. Süzülür
ve süzülür. Zihnimiz eşikte buğulanırken, ruhumuz çoktan bir boşluktan salınıvermiştir
hiçliğe. Öyle güzelizdir ki.
Hiçliğin huzuruna kavuşmuşken bekler dururuz bir sonraki
çarpıntıyı. Biliriz, her çarpıntıya koşarsak kalbimiz yorulur. Yorulsun. Zaten
sık sık çarpmaz ki kalp dediğin, her önüne gelene. Öyle beklemişizdir ki aylarca
belki de yıllarca, yüreğimiz bayram etsin diye. Bu yüzden her çarpıntıya
koşarız yorulmak pahasına. Olsun, bizler değil miyiz ki, bile bile lades
demenin keyfinden mazoşistçe zevk alan. Olsun, varsın, değsin, değmesin.
Değerlerimiz, duruşumuz, karakterimiz, niyetimiz kadar var olduğumuzu bilen
‘hiç’ leriz biz.
“Ama” ile bağlanmayan güzel duyguların şerefine içer, o
günlerin gelmesini bekleriz, inancımızı hiç kaybetmeden.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder