5 Ekim 2012 Cuma

Zincirleme vicdansızlığın cehalet tamlamasına kurban gidiyoruz


Eşitliğin olmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Eşitlik olmayınca şiddet geliyor, yerleşiyor başköşeye. Şiddet, nefret, intikam vb. duyguları doğuruyor. Zincirleme vicdansızlığın cehalet tamlamasında kazaya kurban gidiyoruz her gün. En çok da kadınlar. Ülkemizde günde üç kadın öldürülüyor.  Her gün üç kadın veda ediyor hayata. Bazıları eşleri ya da sevgilileri tarafından, bazıları babaları, bazıları ise oğulları ya da kardeşleri tarafından infaz ediliyor. En sevdikleri, en yakınları yani.

Gazetelerin üçüncü sayfasına yerleşen hikâyeler okuyoruz. Okuyamadıklarımız da var, canımızı daha çok yakan, kabullenemediğimiz hikâyeler. Bakıyoruz ve çeviriyoruz sayfayı. Görmezden gelip, unutmak istiyoruz. Hiç birimiz bir şey yapmıyoruz. Ucundan kıyısından tutup, vicdanlarımıza daha fazla kan bulaşmasını engellemek için hepimiz o kadar meşgulüz ki.

İnfaz edilmeyenler ise fiziksel şiddete maruz bırakılıyor. Dövülüyor, hırpalanıyor hatta işkence ediliyor. Hem de eciş bücüş nedenlerden ötürü. Belki yemeğin tuzu az diye, belki eteği dizinin bir parmak üstüne çıkmış diye, ya da erkek olan arkadaşına selam verip, onu öptü diye. Ne bileyim belki de sevdiğinle evlenmek istedi diyedir. Uzayıp giden bir liste bu zihinlerimizde, vicdanlarımızı mürekkepleyen.

Her gün “şerefim ve namusum üzerine” diye yeminler çekip, tehditkâr bakışlarla kadınları korkutmaya çalışan bir kısım zorbanın, eşitlikten bihaber akılları dolanıyor etrafımızda, içimizde. Namus ve şerefi işlerine geldiği gibi kullanıyor, kim bilir hangi eksikliklerini tamamlıyorlar bu tavırlarında.

Fiziksel şiddetin mağduru olmayıp her gün, her saat sözel bir şiddetle ruhları ezilen kadınlarımız da var. Egolarının kurbanı olan insanların kurban ettikleri ruhlar. Sadece egoya da bağlı olmayan bir durum bu tabii. Biyolojik de aynı zamanda. Çok farklı kaynaklardan beslenen karmaşık bir mesele şiddet.

Nasıl açıklanır, nasıl önlenir?

Erkekleri reformdan geçirmek yetmez ya da ne bileyim kadınları daha güçlü kılmak. Toplumsal şiddetleri nasıl önlemeli. Örneğin kürtajın kamusal alana taşınması gibi. Bu konuda yazmak, konuşmak o kadar zor ki. Özellikle Türkiye’de, biz kadınlar için. Oysa en çok da bizlerin konuşması gerek bazı konularda. Biz susarsak olmaz.

Toplum olarak mağdur edildiğimiz başka şiddetler de var tabii, savaş gibi.  Hem de şu sıralar çokça adı geçen ve eşiğindeymişiz hissi verilen Suriye ile savaş nasıl önlenebilir? Nasıl bir başka devletin maşası olmaktan kurtulup, bir başka devletin mezhep kavgasına yan olmaktan vazgeçebiliriz.

Aslına bakılırsa her şey insan olmaktan geçiyor bence. Birey olmak ve birey olarak vicdan duygumuzun insanlığımıza ne kadar yerleştiğiyle alakalı bir mevzu bu. Bizlere en çok yakışan duygunun eksikliğinden kaynaklanan kötülüklere mağdur bırakılıyoruz her gün, belki de her saat.

Gün geçtikçe kötüye giden bir tablonun iç içe geçmiş çerçevelerine sıkışıp kalıyoruz. Her çerçeve ayrı bir taraf, her çerçeve ayrı bir yanda kendi içine hapsediyor insanları. Oysa taraf olmadan önce birey olmamız gerektiğini unutuyoruz. Taraf olmanın kolaylığına kaçıp, birey olarak mücadele vermenin gerekliliğini kaçırıyoruz. Bazen arafta kalmalı. Arafta kalmanın zorlu mücadelesini vermeli. Arafta kalıp insan olduğumuzu hatırlamalı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder