20 Ekim 2010 Çarşamba

DOMATES


Artık bahçemizde, balkonumuzda kaçak domates yetiştireceğiz ama sadece yemek için. Ya da artık kuyumcularda altın yerine çeri domates taşlı yüzükler, domates suyuna bandırılmış kolyeler satılmalı. Bu ne zamdır böyle?

MOBBING

Mobbing, Latince de psikolojik şiddet, baskı, kuşatma, taciz, rahatsız etme veya sıkıntı vermek anlamına geliyor. Özellikle hiyerarşik yapılanmış gruplarda ve kontrolün zayıf olduğu örgütlerde, gücü elinde bulunduran kişinin ya da grubun, diğerlerine psikolojik yollardan, uzun süreli sistematik baskı uygulamasıdır.

Mobbing sözcüğü önceleri çocukların birbiriyle olan zorbalık ilişkilerini tanımlamakta kullanılmıştır. İşyerlerinde de 1950-1960’lı yıllarda yapılan araştırmalar, mobbingin sadece çocuklar arasında yaşanmadığını ortaya koymuştur. Zaman ilerledikçe de şiddeti artarak yaygınlaşmıştır.

Gelişimin belirli bir döneminde, kazanması gereken başarı duygusunu tatmamış çocukların, erişkin olduklarında, edindikleri kariyerleri onlarda şişkin bir egoya neden oluyor. Onlar da gazlarını, zeki, yaratıcı ve dürüst kişilere püskürterek, o yılların öcünü alıyorlar. İşte bunun adına da “Mobbing” deniyor. Bu da benim mobbing tanımım işte.

Bu kanıya, okul yıllarımda görmüş olduğum “gelişim ve öğrenme” dersinde ki, “Erikson’un psikososyal gelişim dönemleri” konusunun, aklımda kalanlarından vardım. İnsanların karakteristik özelliklerinin, tamamı değilse de büyük bir kısmı, çocukluk yıllarına dayanıyor. 6-12 Yaş dönemi de “Başarıya karşı aşağılık duygusu” olarak adlandırılıyor. Çocuk başarısız olduğu her deneyimden sonra yetersizlik ve aşağılık duygusuna kapılıyor bu dönemde. Eğer bu dönemde çocuk başarı duygusunu tatmazsa işte büyüdüğü zaman bu zat-ı muhterem büyük bir hırsla çalışıp, kazanıp kariyer elde ediyor ve edindiği bu başarı duygusunu hazmedemiyor. Hazmedemediği gibi de etrafında ki başarılı insanlara baskı, taciz gibi psikolojik yollarla rahatsız ediyor. Bu yüzdendir ki çocuğun o yaş döneminde, başarılı olabileceği etkinliklere yönlendirmek çok önemli bir sorumluluktur ey anne babalar.

Evet, sosyal mesajımızı da verdikten sonra konumuza dönersek,
Mobbinge uğrayanların genel özellikleri;

• İşini çok iyi, hatta mükemmel yapan;
• İlişkileri olumlu olan ve çevresindekilerce sevilen;
• Çalışma ilkeleri ve değerleri sağlam, bunlardan ödün vermeyen;
• Dürüst ve güvenilir, kuruluşa sadık;
• Bağımsız ve yaratıcı;
• Zorbanın yeteneklerinden üstün özelliklere sahip olan kişilere yöneliyor.

Zorbalar ise, aşırı kontrolcü, korkak, nevrotik ve iktidar açlığı olan kişiler olarak tanımlanıyor.

Mobbing çok çeşitli şekillerde mutlaka hepimizin karşısına çıkmıştır.
Kendinizi göstermeniz ve iletişim oluşumunuzu etkilemek için, sözünüz kesilir, yaptığınız iş sürekli eleştirilir, jest ve bakışlarla ilişki kesilir, yazılı ve telefonla tehditler vs.
Ya da sosyal ilişkileriniz yıpratılmak istenir, bu yüzden, kimse sizinle konuşmaz, diğerlerinden ayrılmış bir işyeri verilir, çalışanların sizinle ilişkiye geçmeleri yasaklanır, orada değilmişsiniz gibi davranılır.
Başka bir yol da itibarınıza saldırıdır. Arkanızdan kötü konuşulur, asılsız söylentiler çıkarılır, kararlarınız sürekli sorgulanır, özgüveninizi olumsuz etkileyen bir iş yapmaya zorlanırsınız.
Ve ya yaşam kaliteniz ve mesleki durumunuz düşürülmek istenir. Bu yüzden özel görevler verilmez, daha az nitelikli işler verilir, işiniz sürekli değiştirilir, özgüveninizi etkileyecek işler verilir.
Ve en son nokta, sağlığınıza doğrudan saldırıdır. Fiziksel olarak ağır işler yapmaya zorlanırsınız, fiziksel şiddet tehditleri yapılır, doğrudan cinsel taciz ve fiziksel zarar görürsünüz.

Özellikle büyük kurumsal firmalarda çalışıyor iseniz, çok dikkat etmelisiniz. Kimseyle anlaşmazlığa girmemelisiniz. Özellikle de o şirkette 10- 15 senelik çalışanların yanında siz henüz birkaç yıldır oradaysanız aman diyeyim, ağzınızı bile açmayınız. Çünkü mobbing olayı sadece o zorbayla kalmaz. Saldırganlığa zorbanın dışında yönetim veya iş arkadaşları da katılabilir. Çünkü onlar oraya çöreklenmiş, orayı parsellemiş ilk çağ kabilesidir. Hiçbir yeniliği, yaratıcı fikri kabul etmezler. Aslında edemezler, ayak uyduramazlar çünkü. Çünkü tembeldirler ve öğrenmeye açık değillerdir. Sallabaşı al maaşı mantığıyla yaşadıklarından ot gelmişlerdir, ot giderler. Ayakları üzerinde durabilen, kendi hakkını savunan, özgüveni yüksek çalışana da asla tahammülleri yoktur. Onu daha önce gelenlere yaptıkları gibi sindiremedikleri için de bir sonraki aşamada kurbanı, sorunun kaynağı, problemli ya da akıl hastası olarak damgalarlar.
Süreç, işe son verilmesi ya da kişinin ayrılması ile tamamlanır. Bu sonuç, çoğunlukla mobbingin bitmesi anlamına gelmez, çünkü benzer bir iş kolunda çalışmak zorunda olan kişi kötü huylu, asi ya da işten anlamaz olarak damgalanarak referansları kirlenmiş olur.

Mobbingi bizzat yaşamış, hem de fikirlerin özgürce söylenmesi gerektiğini savunan bir basın kuruluşunda yaşamış biri olarak, verebileceğim tek tavsiye şudur. Eğer yönetimle de bu işi çözemiyorsanız ya başka bir işe geçmek ya da kendinizi daha çok geliştirmek ve o insanlara karşı mütevazılıği bırakıp tüm üstün özelliklerinizi onlar üzerinde ezici bir savaş aleti olarak kullanmak. Bu biraz sinir bozucu bir yöntem olabilir ama inanın bana bir noktadan sonra karşınızda size verecek yanıt bulamamanın verdiği çaresizliği yansıtan o gözleri gördükçe çok keyif alacaksınız. Hele ki o size ciddi bir tavırla mobbingini uygulamaya çalışırken siz ona alaycı ve hafif gülümseyen bir tavırla karşılık verdiğinizde, yaşattığınız sinir harbi sizi pek rahatlatacaktır. Hatta duygulanıp gözleriniz bile nemlenebilir, kendinizle o kadar gurur duyarsınız yani.

Neyse olayı fazla abartmadan son olarak şunları söylemek isterim. Hiçbir şekilde mobbin durdurulamıyorsa hukuksal olarak dava açma hakkınız vardır. Avrupa'da konuyla ilgili çok sayıda dava bulunmakta ve ağır para cezaları uygulanmaktadır. Benzer davaların Türkiye’de de açılmasının sağlanması, mobbing konusunda bir bilinç oluşturulması ve işverenin keyfi davranışlarının sınırlandırılması ve ortadan kaldırılması, sendikaların bu konuda etkinliklerinin artırılması mobbingin azaltılması yönünde önemli bir adım olacaktı
Türkiye'de mobbing davaları açılmaya başlanmış olup, Şubat 2006'da Jeoloji Mühendisleri Odasına dava açan Tülin Yıldırım bu davayı Aralık 2006'da kazanarak ilk örneği oluşturmuştur.

Türkiye’de mobbingin azalması dileği ile...

19 Ekim 2010 Salı

Sakin ol şampiyon!

Gururluyuz, başbakanımız ismini markalaştırdı. Biz hala işsiziz, biz hala et yiyemiyoruz, biz hala bakkaldan manavdan boynumuz bükük çıkıyoruz ama olsun, efendimiz kıymetlimiz artık bir marka... Bu da yeter!

9 Ekim 2010 Cumartesi

YASEMİN AYDENİZ ÖZGÜN BASKI VE RESİM SERGİSİ


1970 Yılında Urla’da doğan Yasemin Aydeniz’in resim merakı, çoğu sanatçıda olduğu gibi küçük yaşlarda evlerinin duvarlarında başladı. Ailesinin söylediğine göre ilk eserlerini, annesinin krem sarı renkli mutfak sandalyelerinin üzerine çizdi. Yıllar sonra kızı da annesi gibi resim merakını duvarlarda giderecekti…

Evli ve bir çocuk annesi olan Yasemin Aydeniz lise eğitimini tamamladıktan sonra Buca Eğitim Fakültesi Resim Öğretmenliği Bölümünü kazandı. Fakat öğrencilik yıllarında tanıştığı eşinin görev yerinin, İzmir dışında olması nedeniyle okulu yarıda bırakarak evlendi ve İzmir’i terk etti ama resme olan ilgisi hep devam etti. Üç sene Selanik’de yaşadı ve Tc. Selanik Başkonsolosluğu için davetiyeler hazırladı. 1994-2006 yılları arasında çeşitli firma ve kuruluşlara “Amblem – logo, afiş, web tasarımı ve diğer grafik ürünlerde tasarımlar hazırladı.

Resim merakı onu grafik eğitimi almaya yönlendirdi. Çünkü hem resim yapacak hem de görsel tasarımlar yapmayı öğrenecekti. Bu yüzden 2001 yılında, o zamanlar Elazığ’da yaşıyor olmasından dolayı Fırat Üniversitesi Teknik Bilimler Meslek Yüksek Okulu Grafik bölümü sınavlarına girdi. 30 yaşından sonra hem eş, hem öğrenci hem de 3,5 yaşında oğlu olan bir anne oldu. Ama bu durum ona ağır gelmemiş olmalı ki bölüm birincisi ve okul ikincisi olarak 2003 yılında mezun oldu. Ayrıca 2003 yılında Fırat Üniversitesi Resim Klubünü’nün üniversiteler arasında düzenlediği Resim yarışmasında ikincilik ödülü aldı.

İki yıllık bir Meslek Yüksek Okulu bana yeterli gelmedi diyerek dikey geçiş sınavlarına girdi. Ve Süleyman Demirel Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik bölümünü kazandı. Buradan da 2007 yılında bölüm ikincisi ve Fakülte üçüncüsü olarak mezun oldu.

Halen devam etmekte olan Urla Sanat Geceleri’nde, Resim Sergilerine katılan Yasemin Aydeniz’in, Urla’nın yerel bir gazetesinde kısa dönem bir köşe yazarlığı geçmişi bulunmaktadır.

Urla’da kurmuş olduğu reklam ajansında, bilgisayar ortamında tasarımlar yapmaya devam eden Yasemin Aydeniz, aslında “Ben ellerimin boyanmasını seviyorum” diyor. Bu yüzden de yağlıboya ve pastel boyaya daha sık dokunuyor. İşte, bu sıcak dokunuşları insanlarla paylaşmanın vakti geldiğini düşünerek ilk resim sergisini açmaya karar veriyor aniden. Kısa zaman içinde öğrencilik yıllarında yaptığı Özgün Baskı Resimleri, tuval üzerine yağlıboya ve akrilik çalışmalarını ve birkaç pastel boya ile yapılmış reprodüksiyon çalışmalarını sergi için hazır hale getirip bu işi kesinleştiriyor.

“Sergimin belli bir teması yok” diyen Yasemin Hanım, sergisinin ismini “40 BİR” koymuş. Bunun nedeni ise 40 yaşında gelen ilk sergi olmasıymış. Resimlerini herhangi bir sanat akımı içinde adlandırmıyor ama genelde her ressam gibi çalıştığı konulara kendi yorumunu katmaya çalışıyor. Gördüğünden çok hissettiğini resimlemeye özen gösteren ressamımızın kullandığı renkler genelde kontrast renkler çünkü o zıt renklerden yaralanmayı seviyor.

Sergide, okul döneminde yaptığı metal ve ağaç gravürler, linol baskılar ve monotip baskılar bulunmakta. Bunlar çeşitli konulardan oluşuyor: Eski Isparta Evleri (Fakültedeki bitirme projesi), renk renk balıklar, natürmortlar ve en çok da hüzünlü kadın portrelerinden oluşuyor. Ayrıca Atatürk konulu iki çalışma da sergide yerini alacak çalışmalardan.
Fakülteden mezun olduktan sonra Tuval üzerine yaptığı çalışmaların konuları da gene balıklar ve kadın portrelerinden oluşmakta.


Yasemin Aydeniz’in Özgün Baskı ve Resim Sergisi’nin açılışı, 11 Ekim 2010, saat 18.00’da Urla’da, Necati Cumalı Anı ve Kültür Evi’nde gerçekleşecektir. Sergi 18 Ekim 2010 tarihine kadar gezilebilecektir. Tüm sanatseverler sergiye davetlidir.

Menejer ve küçük kız kardeş Elvan Karanfil gururla sundu 